20091110

onüç/ fiil çekimi tadında bir itiraf

uzun zamandır yazmıyodum. yazdım. yazıcam.

20091020

oniki

bazı şeyler hiç değişmez. öyleymiş gibi yaparlar.

20091011

onbir/-asosyal miyim neyim-

SORUN ŞU Kİ
son zamanlarda acaba kendisine sahip miyim ve eğer öyleyse kendisinin üzerimde yarattığı etkileri neler diye düşündüğüm bir şey var: asosyallik durumu. insan sosyal olup olmadığını nasıl anlar?
evet mevcut seçeneklerim arasında uzman görüşü almak olmadığı için herhangi birine bağlanamıyorum (telefonla). tabiğ biz de isteriz arayıp sormak filan ama mümkün diil işte. neyse.
belirtileri neymiş diye göz attım ilgili vebsaytlara ve gördüm ki aslında hiç bişey göründüğü gibi deil.
yani göremedim de diyebilirim.
NASI YANİ:
belirtiler arasında kalabalık ortamlarda bulunmama isteği var mesela. evet, şu sıralar kalabalıktan pek hoşlanmıyorum. gereksiz geliyo.
diğer belirti, kimsenin olmadığı sakin yerleri cezbedici bulma. hım evet, eğlenceli olabiliyo. ama bence çok da sakin olması gerekmez, biraz insan olan biyerde tek başına olup sadece izlemek de cidden güzel. etrafta ne kadar çok hikaye olabileceğini farkediyo insan. sorularla dolu hayatınıza bir iki tane cevap bulmak hiç de fena olmuyo yani böyle zamanlarda.
üçüncü olmasının dışında ürkütücü de olan belirti ise şöyle: çevredeki insanların kendi hakkında daima bir şeyler düşündüğüne inanma. şimdi, saykoya bağlamadan da düşünülebilinecek bişey değil mi bu? yani tabiki herkes herkes hakkında bişeyler düşünüyor ve bunun daima olduğu da oluyodur (oluyo mudur, evet oluyodur ya). çok da yakınılası bi durum değil, takmamak lazım.
DEMEK Kİ NEYMİŞ
bu cümlelerim, üçüncü belirtinin bana ve ruhuma verdiği fazla bi rahatsızlığın olmadığı varsayımını destekliyor.
baştaki iki belirti ise gösteriyor ki ben kendimle çelişiyorum, bi öyle bi böyle diyorum, ne dediğimi bilmiyorum.
MESELA DÜŞÜNÜRSENİZ
sokakta yürümek, film izlemek ve okumak gibi eylemler tek başına olunca da keyifli oluyor- sanıyorum bunun psikanalizlik bi durumu yok.
ama 'somewhere only we know' gibi sratejik önem arz eden şarkılardaki we leri I larla değiştirmek sayko bi hal alarmı veriyor olabilir belki de? -ben böyle bişey yapmadım-
AÇIKLAMA:
kendi kendimi çürütme isteğime karşı koyamadım. asosyal değilim aslında demek için uğraşıyorum şuan. buraya yazıyorum ya, sonra okuyup mutlu olucam. oysa farkında değilim ki fazlaca vakti bilgisayara ayırmak da bi nevi asosyallik, ne işim var çıkayım gezeyim dolaşayım değil mi.
SONUÇ OLARAK
söyleyebilirim ki vaktinizi çaldım bu saçmalıkla, keşke çıkıp gezip dolaşsaydınız.

20091002

on/-vicky cristina barcelona-

uzun zamandır izleyememiştim. henüz izlemediğim filmlere yapılan yorumları kulak ardı etmeyi tercih eden biriyim, nasıl bişey olduğunu görene dek beklerim. bunda da tam olarak böyle yaptım. iyi yapmışım, zira film saçma değil bence. hatta gülerek eğlenerek bile izlenebilecek bi film, komik tarafı var. bu filmde olduğu gibi diyalogların fazlasıyla içsel ama bir o kadar da basit olduğu bir film görmedim sanırım, istediğin yere de çekebiliyosun. böyle oluyo mesela çekince:
-tuz= cristina
-kronik tatminsizlik= işte bütün mesele
-barcelona= sanat, tutku, seks
- ispanyolca kavga etmenin 'aman ne çekici' gelişi= maria elena
- threesome= geçici bir güzellik ve ikili bir ilişkideki 'eksiği' tamamlama olarak gösterilmesi, yanılma, yanılsama
- filmi izlerken duyulan içses= sonrasında sizin bile inanamamanız
- hissettirmek için çaba harcanmış psikoloji= kendinizi kendinize ya da başka birine 'o kadar da kötü değil burda yani, eksik tamamlanıyo vay be hiç aklına gelir miydi peeh' gibi şeyler söylerken bulma
- ama= buna rağmen istifini bozmama
-vicky= bir kurşunla hayata dönme
-cristina= ne istemediğini öğrenmek için ne iş olsa yapma, amacına ulaşma
-juan antonio= dürüstlüğün iyi bir şey olduğunu felsefe edinme
-maria elena= ilk olmanın vazgeçilmez olduğunu savunma ve zaten öyle olması.

20090922

dokuz/ -bayıltıcı etkisi ile türksel 3ge-

reklamlardan gitmişken bir şey daha belirtmek isterim ve bahsedeceğim şey öyle sinir bozucu ki, bunu bütüün küplere binmelerimin, aahay şeklinde sıkılıp bulunduğum noktayı terkedişlerimin yegane sebebi olarak göstersem bile çok mantıksız birşey yapmış olmuyorum. konumuz yeni ve gereksiz türksel 3ge reklam serisi. tamam, kahramanların alakasızlığı belki de seyircinin aklında kalınası bişe olsun cart curt amacıyla yapıldı tahmin edebiliyoruz ama izleyen bazı seyircilerin kabusu olunası amacı da güdülmüş olabilir mi? -çünkü bu amaca yeteri kadar ulaşıldı- sabahtan akşama tv izleyen biri de değilim oysa ki ama izlediğim süre zarfında her yarım saatte bir inadına karşıma çıkıyor ve zırlayarak kanalı değiştirmek zorunda filan kalıyorum. bu nasıl bir şeydir. reklamsever bir insanımdır da. sarı antenli veletlerle de dalga geçmişliğimiz vardır ama sadece dalga geçmişizdir. bu seferki hidaayet ve yanındaki ne idiğü belirsiz -top toplayıcısı mı ne o?- bodur ve 'türksel üçge fargghi' diyip elektrobugimsi hareketler yapan insan benim sinirimi bozuyo. anlamsız repliklerden dolayı kendimi kötü hissediyorum. hiç gereği yok böyle şeylerin. (sinir efekti var burda: ayıp denen bişey var?) önümüzdeki 785 yıl karşıma çıkmamasını diliyorum, sonrasında çıkarsa da o yıllarda hiç bir algımın açık olmayacağı için pek problem olmayacaktır. sevgiler.

20090911

sekiz/ -we want the funk-

mastercard'ın 'priceless/paha biçilemez' serisi zaten güzeldi hoştu ve eğlenceliydi, ama bu son sırt çantası ve kankalar durumu nefismiş. hayır yani bu kadar mı iyi havaya girilir be çocuğum, her seferinde ekrandan gözümü alamıyor, eğleniyor, gülüyorum. bu paha biçilemez sanırım? kutlarım gençler. [şarkı: george clinton & parliament- we want the funk]
haydi hep beraber, http://www.youtube.com/watch?v=1cNDSPutas8 .

20090831

yedi (şovalyesi diyesim geldi hatta)

tanıdığım biri zamanında yanlış anlaşılmanın en büyük fobisi olduğunu söylemişti. şimdilerde bu fobiye ben de sahibim sanırım; aslında yapmadığım bir hareket karşındaki tarafından ısrarla yapmışım gibi söz ve sitem edilince bu tip enteresan bir fobinin akıbetini kavramış bulundum. ama neydi? half full glass'tı, neyse ki yeterince hobim var. bu da bir uygulamadır mesela.

20090826

altı

tanrıya dava açmış birinin (bahsetmiştim) blog açmamış olması imkansızdı, o da böyle düşündü sanırım:
bkz. http://dunyaninsonupartisi.blogspot.com/
sadece bir yöne bakıp durmamak için, gereksizler ve saçmalar her zaman iyidir. takipteyim.

beş/ -eotwp-

sadece 20090820 tarihli kendi halinde yazımın bunları söylemesine sebebiyet verdiğine inanamadığım, değeri yazılarla da anlatılamayacak bu sözlerin sahibine teşekkürler.
kendisi zamanında tanrıya dava açmış. öyle duydum.
"genelde tekrar edilen her hareket her durumu yalama duvar vidaları gibi yapar. tabi naçizane bir görüş bu, genel olarak yapılan her hareket için değildir. daha yüzeysel düşünmeli bence. tabi herşeyi daha yüzeysel düşünmek içinden çıkılamaz sorunlara götürebilir bazılarımızı. nitekim, yüzeysel bakarsak hayata sallamaz vurdumduymaz insanlar olup çıkarız, bu bizi zaman sonra işte dediğimiz o içinden çıkılamaz duruma doğru sürükler. ama burda bardağın dolu tarafını görecek birşey yok diyebiliriz. ama bu vurdumduymazlık kisvesi adı altında olan herşeyi bırakmışlık duygusu ve kendini rüzgarın yönüne salma merakı bize çok şey öğretmiş olabilir. tabi bir o kadar şeyde götürmüşdür eminim. ama geriye kalan şey saf, temiz ve net olan şeylerdir. rüzgarla hepsi gitmiştir, geriye kalan bizden başkası değildir. biz dediğimiz zaman gerçek bir bize ulaştığımızda gerçek bir deneme yanılma durumlarından geçmiş ve hayata meraksız da olsa umutlu bir tutunma çabasında oluşumuzu sımsıkı bir destek ile arkamızdan destekleyerek gerçek bir bize kavuşabileceğimizi biliriz. biliriz de yapmayız çoğu zaman, nedeni nedir, destek tam nerdedir, meraksız olmak bırakmak değidir de nedir? cevabı belli sorulardan ayırt edilen sorular bizi kişisel menkibemizi arayış yolculuğumuzda yalnız bırakacak sorulardır. cevabı belli değil ise ne aradığımızı bilemeyiz, ne aradığımızı bilmiyorsak nereye gideceğimizi de bilmiyoruzdur. sadece soru yetmez cevapların da olduğunu bilmeliyiz, elimizde olması önemli değil, bir yerlerde cevabın olması bize aitlik hissi verecektir. bu umuttan farklı olan durum yaşama hissini içinde barındıran en derin duyguyu yaratacaktır. ve en büyük hayalimize asla ulaşmamaya da çalışsak nerde olduğunu bildiğimiz takdirde içimiz hep rahat olacaktır.
taa ki hayali bir başkası gerçekleştirip gözümüze soktuğu zaman üzülceğimiz o muhteşem an'a kadar. her zaman olduğu gibi hayal kurmak da yapmamak manasında değildir. gözü kara olmak tam olarak sonuca hiç bir zaman götürmesede güzel anılar bırakmaya yeterdir.
ve tam 40 yıl sonra bir kahvenin hatırı konuşulduğunda tadının hissedileceği an gözün kara olduğu değil sadece anıların güzel kaldığı yer olacaktır..."
-end of the world party-

dört/ -çizgiler-


facebook. hım yok benim. facebook um yok evet ama şimdiye kadar 'ay kızım senin kesin bi sevgilin var izin vermiyo paso kavga ediosunuz diymi kesin?' şeklinde merak ötesi arzularla dile getirilmiş olan sorularım oldu. soruları sahiplenmek istemememden dolayı, soruya verilmek üzere olan cevabı beklemeden 'vala benim de öyle oldu yani bu facebook yaş bişi abi, hayır durup dururken kavga filan gereksiz yani' benzeri cümleleri ardı ardına hızlı biçimde dizme yeteneğine sahip kişilere ait sözlere öylece durup bakmayı yeğliyorum, ha ben onları çok seviyorum. yanlış anlaşılmasın. zaten çevremde kim varsa bu siteye üye, ve dolayısıyla herhangi birine kastım olması gibi bi durum mümkün değil(:

bir de şimdi bu şirin çizgileri kendime yakın buldum diye ileride bir gün (ki şu an öyle bir düşüncem yok) bir şekilde facebook üyesi olursam 'ehehoy sen atıp tutuyodun nooldu' gibi bir tavır sergilemeyeceğinizden emin olarak (cidden eminim şaka değil; olsa olsa psikolojik baskıdır) yazdım bu yazıyı.

[verilmek üzere olan fakat sürekli engellerle karşılaşan cevabı merak eden varsa: 'benkendimi biliyorum, şimdi bir sürü zaman kaybı, ne gerek var'.]
-drawing from lapsura.com-

20090823

üç


konuştuğum herkeste bi sıkkınlık var. afakan modu. mevsimsel olabilir
geçicek ama
sakin.

-drawing from lapsura.com-

20090822

iki

-netcafe-
puce-o kadar iğrenç bi ortam ki konsantre olamıyorum
mavera-ne yazıcan ki şimdi durup dururken yha!?
puce-olsun.
mavera-üf.

20090821

bir


sepetli bisiklet istiyorum, kırmızı. sonra iki yanı ağaçlı uzun yalnız yollar da olsun. ağaçların arasından ısrarla yüzüme vuran güneş ışığını engelleyemeyince gözlerimi kapatıp devam etmek istiyorum. öyle.
[photo by robert manz]

20090820

merhaba.


bu pozitif düşünme işi ne garip şeymiş meğer. şartlanınca bardağın yarısı doluyor. bugünlerde 'half full glass' tekniği uygulamaktayım, işe yarıyor gibi. şimdi şöyle ki, dertleniyorsun misal "aa yaz bitiyo valahi tüh sürekli mavi seyreden gökyüzüne, denize, boş vakit cennetine veda edip (ki aslında bu kendim için değildi zira bu yaz pek boş vaktim olamadı) yine kışa, okula, ders çalışmaya, sabahın köründe kalkmaya geri dönme zamanı!" şeklinde. sonra fark ediyorsunuz ki bu şekilde düşünmeniz aslında olacakların önüne geçemeyecek, onlar zaten olacaklar işte. her yıl aynı şey oluyor nihayetinde :) bunun gibi basit bi örnek vermek çok ikna edici olmayabilir, ama ben tam olarak bunu yaptım; düşündüm ve kendimi telkin ettim sonbahar da kış da çok güzel olabilir diyerek tavana bakıp. sırf ondan veriyorum bunu örnek mahiyetinde. nedir yani sonuç olarak diyosunuz, nereye varıcak olabilir bu monolog en fazla? biyere varmak gibi bir derdi olmayan birşeydi, aklıma geleni yazdım işte, amaç buydu. ama illa bir sonuç göstermek gerekirse kötü düşünmenin gereği yok. bardak yarım dolu olsun, ne olur ne olmaz.

bu arada merhaba, ben puce.